Sokakta dikkatli baktığınızda görüyorsunuz.
Sabah erken saatlerde evinden çıkan, akşam karanlıkta dönen insanları…
Ellerinde poşet yok. Yüzlerinde yorgunluk çok.
Eskiden “çalışmak” güvenceydi. Gelir demekti, geçim demekti.
Şimdi çalışmak; ay sonunu getirememe, borçla yaşama, ihtiyaç erteleme demek.
Çorlu’da, Süleymanpaşa’da, Saray’da ya da Hayrabolu’da değişmiyor bu manzara.
Sabit gelirliysen, bir asgari ücretle ya da memur maaşıyla geçinmeye çalışıyorsan; sokağın dili, yüzlerin ifadesi, rafların boşluğu aynı gerçeği gösteriyor: Çalışmak artık geçinmeye yetmiyor.
Pazarda önce fiyat soruluyor, sonra alışveriş yapılıyor.
Kiralar yüksek, faturalar yüklü, mutfak yangın yeri.
Bir evde iki kişi çalışsa da yetmiyor.
Çünkü gelir aynı kalırken, gider gün gün artıyor.
Emekli zaten geçinemiyor; genç, umutsuzca geleceğe bakıyor.
Bir de arada kalan o büyük kitle var: sabah işe gidip, akşam dönünce "bugün ne kadar eksideyim" diye düşünenler.
Bu insanlar gösterişten uzak, sessiz ve gururlu.
Şikâyet etmiyorlar belki ama gözleri konuşuyor.
İhtiyacından vazgeçmiş, çocuğuna bir şey belli etmemeye çalışan bir anne ya da o ay okul servisini mi ödesem, doğalgazı mı diyen bir baba çok şey anlatıyor aslında.
Ekonomik zorluklar her dönemde olur, evet. Ama bu başka.
Çünkü bu kez sadece işsiz değil, çalışan da sıkışmış durumda.
Ve bu tablo uzun süre böyle devam ederse, sosyal yapıda onarılması güç kırılmalara neden olacak.
Çünkü insanın emeği karşılık bulmuyorsa, umut da yavaş yavaş eksiliyor.
Sokakta, otobüste, kuyrukta, kasada, okul servisinde yaşanan, ama çoğu zaman görünmeyen bir hayat kesiti.
Çalışan yoksulluğu artık sadece ekonomik bir veri değil.
Bu, sosyal adaletin ve yaşam kalitesinin doğrudan sınandığı bir dönemin göstergesi.
Ve hepimizin sorması gereken bir soru var:
Çalışan ama geçinemeyen bu kadar çok insan varken, biz gerçekten refah içinde bir toplumdan söz edebilir miyiz?
Yorumlar
Kalan Karakter: